TIMARLI
SİPAHİLER
Eyalet askerlerinin dolayısıyla Osmanlı ordusunun en önemli
kesimiydi. Tımarlı sipahiler Türklerden oluşurdu. Tımarlı sipahiler tımar
sahiplerinden ve bunların beslemekle yükümlü oldukları askerlerden meydana
gelirdi. Bir seferden 2-3 ay önce tımarlı sipahilere hazır olmaları
emredilirdi. Bütün sipahilerin sefere katılması zorunluydu. Sipahilerin
subaylarına Alaybeyi denirdi. Her alaybeyi 1000 sipahiye kumanda ederdi.
Silahları kılıç,ok,kalkan,mızrak idi. Her sipahiye birde at verilirdi. Başlarında
miğfer üstlerinde zırh bulunurdu. Tımarlı sipahiler atılı olduğundan hızlı
hareket edebiliyordular. Bu nedenle düşmanı çember içine almak ve kaçan düşmanı
kovalamak onların göreviydi. Akıncılar sınır boylarında oturur, seferde ordunun
güvenliğini sağlardı. Bir kaç dil bilen tımarlı sipahiler istihbarat görevi
yaparlardı. Barış zamanında ise düşman topraklarına akınlar düzenlenirdi.
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA TIMAR KANUNU:
Tımar, Osmanlı İmparatorluğu’nda belirli görev ve hizmet
karşılığı olarak kişilere verilen ve yıllık geliri 1. 000 akçe ile 20. 000 akçe
arasında değişen araziye denir. Tımarın kullanılması ile ilgili kanuna da Tımar
Kanunu denir. Tımar Sistemi’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nda toprağın işlenerek,
devletin masrafsız bir şekilde girmeden büyük bir askeri kuvvet sağlaması ve
iktisadi hayatın gelişmesinde büyük yararı olmuştur. Fakat zamanla bu sistem
içerisinde yolsuzluk ve rüşvet olaylarının baş göstermesi, bu sistemin
bozulmasına ve imparatorluğun çökmesine sebep olan nedenlerden biri olmuştur.
Tımar Kanununa göre ;
1- Tımar sahipleri devletin birer memurudur ve merkezin emri
altında çalışmak zorundadır.
2- Görevini yerine getiremeyen tımar sahipleri görevlerinden
azledilirler.
3- Tımar, hizmet karşılığı toprağın gelirinden yararlanıldığından
dolayı elde ettikleri haklar veraset yoluyla bir başkasına verilemez.
4- Tımar sahipleri, devletin verdiği işleri yapmak ve
verilen yetkileri kullanmakla sorumludurlar.
5- Tımar sahibi özürü olmadan sefere katılmazsa tımarı
elinden alınır.
6- Ortak tımarlarda nöbeti geldiği halde gelmeyenlerin
tımarına el konur.
7- Tımar ve zeamet sahiplerinin ölümü halinde, tımarların
kılıç kısmı oğullarına verilir.
8- Şehit düşenin oğluna kılıçtan fazlası verilir.
Savaşlarda elde edilen topraklar gelirine göre kısımlara
ayrılır ve savaşta yer alan sipahilere verilirdi. Tımarların gelir ve giderleri
defterhanede bulunurdu. Tımar sahibi, her 300 akçe için cebeli getirmekle
yükümlüydü.
Tımar sahibi, devlete ait miri toprakları devlet adına
kullanır, köylü onu efendisi olarak tanırdı. Tımar sahibi köylüyü korumak ve
ona daha iyi şartlar sağlamak, köylüyü toprağa bağlamak, ziraatı geliştirmekle
görevlidir. Tımar sahibi, tımarın olduğu topraklarda otururdu.
Wikipedia
Klasik çağ Osmanlı ordusunun belkemiğini oluşturan Tımarlı
Sipahiler, ordu içindeki en kalabalık asker sınıfını oluşturur. Tımarlı
sipahilerin Osmanlı askeri ve idari sistemi içindeki konumları Avrupalı
tarihçilerce Orta Çağ Avrupası'nın şövalye sistemi ile karşılaştırılmalarına ve
bazı kaynaklarda "Osmanlı şövalyeleri" olarak tanımlanmalarına neden
olmuştur.Tımarlı sipahi sınıfı temel olarak Türk atlı göçebe hayat tarzından
kaynaklanan, Alp veya Batur olarak adlandırılan beye bağlı, asil, atlı savaşçı
tipinin Klasik Osmanlı çağındaki ifadesidir. Bu asker sınıfı, Türklerin Ön
Asya'ya göçerek yerleşik devletler kurması sürecinde bir profesyonel ordunun
yaratılması amacıyla, göçebe savaşçı sisteminin yerleşik hayat düzenine
uyarlanmasıyla doğmuştur. Büyük Selçuklu Devletinde "ıkta" adını alan
ve daha sonraki süreçte "dirlik" olarak Türkçeleştirilen bu idari ve
ekonomik sisteme bağlanan ve sipahilik ("sipahi" Farsça: silahşor,
asker) adını alan bu savaşçı sınıfı Büyük Selçuklu ordusunun temelini
oluşturmuş; daha sonra Büyük Selçuklu Devletinin mirasçısı olan Anadolu
Selçuklu ve diğer Türkmen devletleri de tımarlı sipahi sistemini geliştirerek
sürdürmüşlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin halefi olan (ve Ertuğrul Gazi'nin
Söğüt ve Domaniç bölgesini Anadolu Selçuklu Hanı'ndan tımar olarak aldığı
düşünülürse kendisi de kuruluşunu bu sisteme borçlu olan Osmanlı Devleti
tımarlı sipahi asker sınıfını da diğer kurumları ile beraber miras almış,
devletin genişleyerek Anadolu'ya yayılması sürecinde Sultan 1. Murad Han
zamanında tam anlamıyla düzene oturmuştur.Tımarlı sipahilerin temel vazifesi
savaş zamanında savaşa katılmak, barış zamanında bulundukları bölgenin
güvenliğini sağlamak ve Tımar sistemine göre tımarı dahilindeki halktan vergi
toplayarak. bununla hem kendini geçindirmek, hem de tımarının büyüklüğüne göre
asker yetiştirmekti. Böylece hazineye yük olmadan ve ayrıca masraf
gerektirmeden ordunun insan, silah, malzeme ve eğitim açısından her an harbe
hazır olması ve barış zamanı da ülke genelinde asayişin korunması sağlanıyordu.
Timarlı sipâhiler tamâmen Türk soyundan gelirdi. Hatta bu
durum tımarlı sipahi kanunnamesinde özellikle belirtilerek Türk soylu
olmayanların sipahi olması yasaklanmıştır. Bu yasağın kökeninde tımarlı
sipahiliğin Oğuz kabile toplum sistemine dayanan kökenleri olduğu
düşünülmektedir.Bu sebepten ötürü sadece nüfus çoğunluğunun Türk olduğu
eyâletlerde timar ve zeâmet teşkilâtı yapılmıştır. Tımar her eyâlette
bulunmazdı. Meselâ Cezâyir, Tunus, Trablusgarb, Mısır, Yemen, Bağdat gibi
eyâletlerde tımar ve zeâmet yoktu.
“Ednâ” denilen küçük timar sâhipleri er ve erbaş; “evsâf”
denilen orta tımar sâhipleri astsubay; “âlâ” denilen büyük timar sâhipleri
küçük rütbeli subay derecesindeydiler. Küçük zeâmet sâhipleri binbaşı, orta
zeâmet sâhipleri yarbay, büyük zeâmet sâhipleri alay beyi rütbesindeki yüksek
rütbeli süvâri subaylarıydı.
İki türlü tımarlı olurdu: Tezkireli ve tezkiresiz. Tezkireli
tımarlılar, tımarı merkezden, yâni İstanbul’da Dîvân-ı Hümâyundan doğrudan
doğruya alanlardır. Tezkiresiz timarlılar ise dirliklerini Beylerbeyinin arzı
üzerine alırlardı.
Bir tımarın ilk üç bin akçalık çekirdek kısmına kılıç
gerisine terakki denilirdi. Her üç bin akça için sipâhi yanında kendisi gibi
atlı ve teçhizatlı bir asker getirmeğe mecburdu. Cebeli (cebe: zırh) denilen bu
erler, sipâhinin çocukları, kardeşleri, akrabâsı olacağı gibi, toprağı işleyen
herhangi bir kimse de olabilirdi. Bâzı tımarlarda kılıç iki bin akçaya, hatta
daha aza düşebiliyordu. Bâzı timarlarda ise en çok altı bin akçaya kadar
çıkabiliyordu.
Sefer ilân edilince sipâhiler, Seraskerin bulunduğu yere
gelir, yoklama olurlar, dirlik sipâhileri ve cebelileri ayrı ayrı deftere
yazılırdı. “Sipâhi ve cebeli falanca paşanın defterlisidir” diye bilinirdi.
Sefere dâvet olunup da sefere iştirak etmeyen sipâhinin elindeki timar
zaptolunur, başkasına verilirdi. Kânunen götürmek mecburiyetinde oldukları
cebeliyi getirmeyenler ve götürüp de kaçanların yerlerine diğerlerini tedârik
edemeyenler hakkında da aynı muâmele tatbik olunurdu.
Viyana Kuşatması esnasında bir sipahi
Yığınak emri gelince her tımar sâhibi, cebelileriyle
berâber, kendi kazâsının belirli yerinde toplanırdı. O kazâdaki timarlılar,
çeribaşı denilen sipâhi yüzbaşısının emrinde bulunurlardı. Çeribaşı da alay
beyinin emrine giriyordu. Alayını toplayan alay beyi, sancak beyine gidip hazır
olduğunu bildiriyordu. Kendi mâliyet askerini de alan sancak beyi, bu sipâhi
alayıyla berâber, beylerbeyine katılmak üzere harekete geçiyordu. Bu iş büyük
bir süratle yapılıyordu.
Beylerbeyilerin izin vermesiyle sancak beyleri tarafından
bir kısım sipâhiler memleket muhâfazası için yerlerinde bırakılabilirdi. Sipâhi
sefere gittiğinde yerine vekil olarak bıraktığı korucu, dirlik sâhibinin
yokluğunda toprağın muntazaman işlenmesine nezâret ederdi. Eğer sipâhi harbin
uzaması hâlinde kışı hudutta geçirmek emri alırsa, dirliğine harçlıkçı denilen
bir vekil göndererek, yıllık gelirini bulunduğu yere getirtirdi.
Timar ve zeâmet; sâhibi ölünce, ekseriya büyük oğluna, yoksa
kardeşine veya yeğenine verilirdi. Fakat bunun için timar ve zeâmetin bağlı
olduğu alay, vârisin toprağı idâre edebilecek kâbiliyet ve şartlara hâiz
olduğuna şehâdet ederlerdi. Zâten bir sipâhi subayı, yerine geçecek birini
yıllar boyunca hazırlayıp, yetiştirirdi. Bu sûretle dirlik tecrübesiz
insanların eline geçmezdi.
Timar ve zeâmet sâhipleri, arâzileri üzerindeki toprakları
üç yıldan fazla işlemezlerse, dirliklerini kaybederlerdi. Toprak işlememek,
Allahü teâlâya karşı bir günah sayılırdı. Zîrâ toprak sâyesinde Allahü teâlânın
kulları beslenirdi.
Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamânında timarlı
sipâhiler, en parlak devrini yaşadı. Bu zamanda 166.200 timarlı sipâhi vardı;
bunun 74.000’i Rumeli, 91.600’ü Anadolu timarlı sipâhisiydi. Bu sûrette Türk
atlı ordusu, iki orduya ayrılırdı: Rumeli atlı ordusu ve Anadolu atlı ordusu.
Meydan muhârebelerinde ordu düzeninin sağ ve sol kanatlarını bu iki ordu teşkil
ederdi.
İlk zamanlarda, Rumeli timarlı ordusunun kumandanı Rumeli
Beylerbeyi, Anadolu timarlı ordusunun kumandanı da Anadolu Beylerbeyi idi.
Fakat sonradan bu iki kanada da pâdişâh tarafından seçilen vezirler kumanda
etmeye başladı. Sultan Süleyman Han devrinde bu iki ordu o derece büyüdü ki,
sefer Avrupa’da olduğu zaman çok defâ Anadolu sipâhi ordusu çağrılmaz veya bâzı
birlikler çağrılırdı. Sefer Asya’da ise, Rumeli askerleri ya çağrılmaz veya
bâzı birlikleri sefere katılmak için istenirdi.
Silahları ve Savaş Taktikleri
Tımarlı sipahiler askeri olarak "ağır
süvari"kategorisine girmektedir. Savaşa kendileri ve atları tam zırhlı
olarak katılan Tımarlı sipahilerin tipik zırhları: göğüs, karın ve sırtı
birbiri üzerine bindirilerek perçinlenmiş şeritler halindeki çelik levhalarla
desteklenmiş etekte dize, kollarda dirseğe kadar uzanan örme zırh, yine çelik
levha ve zincirden yapılan ve bacakları koruyan "dizçek", yekpare
çelik veya bronzdan yapılmış ve önkolu koruyan "kolçak" ve çelik veya
tombaktan hareketli burunluklu ve zincir enselikli Türk tipi miğferden
oluşmaktadır. Uzak mesafede at üzerinde ok ve yay ile cirit kullanan tımarlı
sipahiler göğüs göğüse muharebede kargı, sagir balta, şeşper, bozdoğan, topuz,
eğri Türk süvari kılıcı ve kama kullanırdı. Kalkanları ise çelik, bronz veya
madeni göbekli ibrişim sarmalı söğüt dallarındanyapılmış hafif, orta boy
yuvarlak kalkanlardı. Kanuni döneminden itibaren hafif ateşli silahların da
etkin olarak savaş alanına girmesiyle at üzerinden ateşlenebilecek karabina ve
piştov gibi ateşli silahlar da sipahilerin silahları arasına girdi.
Tımarlı Sipahiler has ordunun merkezi teşkil ettiği savaş
düzeninde sağ ve sol kanatlarda yer alırdı. "Kaz kanadı",
"Hilal" veya "Turan taktiği" olarak adlandırılan stratejide
akıncıların sahte saldırı ve geri çekilmelerini takip ederek saldıran düşman
birliklerinin ardını alarak çembere almak ve çevirdiği düşmanı göğüs göğüse
mücadelede imha etmek tımarlı sipahilerin göreviydi.
Sipahi eğitiminde binicilik en önemli unsurdu. Özellikle
süvari okçuluğu becerisine önem verilirdi. Sipahi adaylarına kemankeşlik,
cirit, matrak ve çevgen oyunları, kılıç başta olmak üzere silahların kullanımı
ve karakucak güreş öğretilirdi.
17. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik ve
siyasi olarak duraklamaya girmesi, askeri zaferlerin azalarak savaşların
uzaması ve tımar sisteminin istismar edilmesi gibi sebeplerle gittikçe
yoksullaşan tımarlı sipahi sınıfı bozulmaya başladı Nihayet Sultan Abdülmecîd
Hanın 19 Ocak 1841 fermanı ile kalan son tımarlı sipahileri tımarlarına ölene
kadar sahip olmak şartıyla emekliye sevk etmesi ile Büyük Selçuklu döneminden
beri Anadolu ve Ön Asya Türklüğünün idari ve askeri aristokrasisi ve
bürokrasisini oluşturan tımarlı sipahi sınıfı resmen sona erdi.
kapı kulu süvarileri
Kapıkulu Sipahileri padişahın özel ordusunu oluşturan Hassa
Ordusu'nun süvari sınıfını oluşturan birliklere verilen addır.
Tımarlı sipahilerin aksine Kapıkulu Ocağı'na bağlı aylıklı
askerlerden oluşan Kapıkulu sipahileri I. Murad Dönemi'nde kurulmuştur.
İlkdönemlerde hassa ordusunun piyade birlikleri olan yeniçeriler gibi bu sınıfa
da devşirme sistemi ile asker yetiştirildiyse de önceden ata alışık olmayan
Avrupalı devşirme çocuklarına süvariliğin inceliklerini öğretmedeki zorluklar
neticesinde gitgide bu sınıfa daha çok Yörük Türkmen çocukları alınmaya
başlamış ve Fatih Sultan Mehmed zamanından itibaren de tamamen Türklerden
oluşturulmaya başlanmıştır.
Eğitim ve harp sanatı yönlerinden tımarlı sipahilerle
paralellik gösterseler de sayı olarak çok daha küçük bir birlik olan kapıkulu
sipahileri parlak kumaşlar ve deri ile kaplanan hafif örme zırhlar, keçe külah
biçiminde, bazen üzerine sarık sarılan gösterişli sorguçlu tombak miğferler
giyer ve uzun saplı tunç teberler başta olmak üzere zengin süslenmiş silahlar
kullanırlardı. Görevleri savaşta padişahın yanında savaşarak yalancı geri
çekilme sırasında ordunun merkezini savunmak, barış zamanı padişahı ve sarayı
korumaktı.
Kuruluşundan itibaren hassa ordusunun piyade askerleri olan
yeniçerilerle rekabet halinde olan kapıkulu sipahileri yeniçerilerin aksine
Osmanlı tarihi boyunca nadiren kazan kaldırmış, bu sebepten ötürü "Atlı er
başkaldırmaz"sözü Osmanlı devletinde bir deyim halini almıştır. Yeniçerilerle
olan rekabetleri ise Osmanlı tarihi boyunca zaman zaman kanlı bir hale dönüşmüş
ve Sultan Ahmet meydanında iki gurubun zaman zaman silahlı çatışmalara
girdikleri görülmüştür. Özellikle Sultan IV. Murad'ın saltanatını
sağlamlaştırmak ve yeniçerilerin elinden iktidar gücünü almak mücadelesinde
kapıkulu sipahileri payitahtta padişahı destekleyen en önemli güç olmuştur.
Sultan II. Mahmut'un yeniçeri ocağını tasfiyesinde de
kapıkulu sipahileri yeniçerilere karşı II. Mahmut'u destekleyerek isyancı
yeniçerilere karşı halkla beraber dövüşmüş ve bu sebepten topyekün yok edilen
ve tüm malları devlete geçen yeniçerilerin aksine canları ve mallarına
dokunulmayarak yeni orduya gönüllü olarak katılmalarına izin verilmiştir.
Tımarlı Sipahi
Tımar sâhibi süvâri
askeri. Osmanlı ordusunun esâsı ve en büyük kısmını tımarlı sipâhi denilen atlı
ordusu teşkil etmekteydi. Tımarlı sipâhiler kapıkulu sınıfları gibi maaşlı
değildi. Leventler ve akıncılar gibi ganimetlerle geçinmezler, yaşamaları için
devlet toprak verirdi. Toprağın üzerinde köylü vardı. O köylüden vergiyi tmarlı
sipâhi toplar. Bununla hem kendini geçindirir, hem de atları ve silâhları
devamlı hazır bulundururdu. Tımar, ordunun er ve subaylarına sürekli askerlik
hizmetlerine ve kendilerinin ve adamlarının harbe hazır olmaları, sefere
çıkarıldığında hazineye yük olmadan getirdikleri silâh, malzeme ve yiyeceklere
karşılık ödenen bir maaş gibiydi.
Selçukluların Arapça ıktâ dedikleri böyle toprağa
Osmanlılar, tâbiri Türkçeleştirerek dirlik demişlerdir. Dirlikler gelirleri
bakımından üçe ayrılırdı. Yıllık geliri 19.999 akçaya kadar olan dirliğe,
tımar; 20.000 akçadan 99.999 akçaya kadar olan zeâmet; 100.000 akçadan îtibâren
gelir getirene de has denilirdi. Burada gelir tamâmen vergi mânâsındadır. Yâni
ürünün gerçek değeri değil, üründen köylünün devlete verdiği vergi değeridir.
Bu vergiyi, diğer bâzı vergilerle berâber toplamak hakkı dirlik sâhibi sipâhiye
âitti.“Ednâ” denilen küçük tımar sâhipleri er ve erbaş; “evsâf” denilen orta
tımar sâhipleri astsubay; “âlâ” denilen büyük tımar sâhipleri küçük rütbeli
subay derecesindeydiler. Küçük zeâmet sâhipleri binbaşı, orta zeâmet sâhipleri
yarbay, büyük zeâmet sâhipleri albay derecesinde yüksek rütbeli süvâri
subaylarıydı. Bu sonunculara alay beyi deniliyordu ki, sonradan Farsçalaştırılarak
miralay ve bugün aynı mânâda albay olmuştur. Sancakbeyi tümgeneral ve
beylerbeyi orgeneral rütbesindeki kişilerin dirliğine “hâs” deniliyordu.
Vezirlerin, hânedan üyelerinin de hâsları vardı. En büyük hâslar pâdişâha
âitti.
İki türlü tımarlı olurdu: Tezkireli ve tezkiresiz. Tezkireli
tımarlılar, tımarı merkezden, yâni İstanbul'da Dîvân-ı Hümâyundan doğrudan
doğruya alanlardır. Tezkiresiz tımarlılar ise dirliklerini Beylerbeyinin arzı
üzerine alırlardı.
Bir tımarın ilk üç bin akçalık çekirdek kısmına kılıç
gerisine terakki denilirdi. Zîrâ her üç bin akça için sipâhi yanında kendisi
gibi atlı ve teçhizatlı bir asker getirmeğe mecburdur. Cebeli denilen bu erler,
sipâhinin çocukları, kardeşleri, akrabâsı olacağı gibi, toprağı işleyen
herhangi bir kimse de olabilirdi. Bâzı tımarlarda kılıç iki bin akçaya, hatta
daha aza düşebiliyordu. Bâzı tımarlarda ise en çok altı bin akçaya kadar
çıkabiliyordu.
Sipâhi, tımarın bulunduğu topraklarda yaşar, köylülerden
vergisini genellikle mal olarak alır ve bu geliri kendisini ve cebelilerini
geçindirmek için kullanırdı. Köylerdeki düzeni korurdu. Sipâhilerin, tımarları
içindeki devlet topraklarını, çiftçilere dağıtırken, verdikleri vesikaya sipâhi
senedi denirdi. Birinci Murâd Han zamânında tesis edilen sipâhilerin Anadolu ve
Rumeli'nin Türkleşmesinde ve İslâmlaşmasında büyük hizmetleri görüldü.
Rumeli tımarları, Anadolu tımarlarından dahaverimliydi.
Anadolu'da üç bin akçaya kadar olan tımarlar orduya bir cebeli verdiği hâlde,
Rumeli'de üç bin akçaya kadar olan tımarlardan iki, hatta üç cebeli çıktığı
olurdu. Tabiî tımarların üzerinde yaşayan köylü çiftçilerin Anadolu
eyâletlerinde büyük çoğunluğu Türk olduğu halde, Rumeli eyâletlerinde ancak
yarıya yakını Türk, yarıdan fazlası, bâzı bölgelerde çok daha fazlası Hıristiyan
Ortodoks, bâzı bölgeler de Katolikti.
Sefer ilân edilince sipâhiler, Seraskerin bulunduğu yere
gelir, yoklama olurlar, dirlik sipâhileri ve cebelileri ayrı ayrı deftere
yazılırdı. “Sipâhi ve cebeli falanca paşanın defterlisidir” diye bilinirdi. Sefere
dâvet olunup da sefere iştirak etmeyen sipâhinin elindeki tımar zaptolunur,
başkasına verilirdi. Kânunen götürmek mecburiyetinde oldukları cebeli ve gulâmı
getirmeyenler ve götürüp de kaçanların yerlerine diğerlerini tedârik
edemeyenler hakkında da aynı muâmele tatbik olunurdu.
Yığınak emri gelince her tımar sâhibi, cebelileriyle
berâber, kendi kazâsının belirli yerinde toplanırdı. O kazâdaki tımarlılar,
çeribaşı denilen sipâhi yüzbaşısının emrinde bulunurlardı. Çeribaşı da alay
beyinin emrine giriyordu. Alayını toplayan alay beyi, sancak beyine gidip hazır
olduğunu bildiriyordu. Kendi mâliyet askerini de alan sancak beyi, bu sipâhi
alayıyla berâber, beylerbeyine katılmak üzere harekete geçiyordu. Bu iş büyük
bir süratle yapılıyordu.
Beylerbeyilerin izin vermesiyle sancak beyleri tarafından
bir kısım sipâhiler memleket muhâfazası için yerlerinde bırakılabilirdi. Sipâhi
sefere gittiğinde yerine vekil olarak bıraktığı korucu, dirlik sâhibinin
yokluğunda toprağın muntazaman işlenmesine nezâret ederdi. Eğer sipâhi harbin
uzaması hâlinde kışı hudutta geçirmek emri alırsa, dirliğine harçlıkçı denilen
bir vekil göndererek, yıllık gelirini bulunduğu yere getirtirdi.
Tımar ve zeâmet; sâhibi ölünce, ekseriya büyük oğluna, yoksa
kardeşine veya yeğenine verilirdi. Fakat bunun için tımar ve zeâmetin bağlı
olduğu alay, vârisin toprağı idâre edebilecek kâbiliyet ve şartlara hâiz
olduğuna şehâdet ederlerdi. Zâten bir sipâhi subayı, yerine geçecek birini
yıllar boyunca hazırlayıp, yetiştirirdi. Bu sûretle dirlik tecrübesiz
insanların eline geçmezdi.
Tımar ve zeâmet sâhipleri, arâzileri üzerindeki toprakları
üç yıldan fazla işlemezlerse, dirliklerini kaybederlerdi. Toprak işlememek,
Allahü teâlâya karşı bir günah sayılırdı. Zîrâ toprak sâyesinde Allahü teâlânın
kulları beslenirdi. Tımar her eyâlette bulunmazdı. Meselâ Cezâyir, Tunus,
Trablusgarb, Mısır, Yemen, Bağdat gibi eyâletlerde tımar ve zeâmet yoktu.
Çoğunlukla Türk nüfûsunun bulunduğu eyâletlerde tımar ve zeâmet teşkilâtı
yapılmıştır. Tımarlı sipâhi tamâmen Türk soyundan gelirdi.
Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamânında tımarlı
sipâhiler, en parlak devrini yaşadı. Bu zamanda 166.200 tımarlı sipâhi vardı;
bunun 74.000'i Rumeli, 91.600'ü Anadolu tımarlı sipâhisiydi. Bu sûrette Türk
atlı ordusu, iki orduya ayrılırdı: Rumeli atlı ordusu ve Anadolu atlı ordusu.
Meydan muhârebelerinde ordu düzeninin sağ ve sol kanatlarını bu iki ordu teşkil
ederdi. Kapıkulu askerleri merkezde bulunurdu. İlk zamanlarda, Rumeli tımarlı
ordusunun kumandanı Rumeli Beylerbeyi, Anadolu tımarlı ordusunun kumandanı da
Anadolu Beylerbeyi idi. Fakat sonradan bu iki kanada da pâdişâh tarafından
seçilen vezirler kumanda etmeye başladı. Sultan Süleyman Han devrinde bu iki
ordu o derece büyüdü ki, sefer Avrupa'da olduğu zaman çok defâ Anadolu sipâhi
ordusu çağrılmaz veya bâzı birlikler çağrılırdı. Sefer Asya'da ise, Rumeli
askerleri ya çağrılmaz veya bâzı birlikleri sefere katılmak için istenirdi.
Tımarlı sipâhiler 17. yüzyıla doğru bozulmaya başladı.
Kuruluşlarından beri Osmanlı Devletinin târihinde büyük bir rol oynayan tımarlı
sistemi, yeniçeriler için olduğu gibi kanlı ve ızdıraplı bir tasfiyeden ziyâde,
sessiz sedâsız bir sûrette ve herhangi bir sarsıntıya sebep olmadan ortadan
kalktı.
Asırlar boyunca sipâhiler, memleketin en uzak köşelerine kadar
yayılıp, köylüyle iç içe yaşadı ve uzun müddet zirâî iktisâdiyatın ve devlet
toprak siyâsetinin faal mümessilleri rolünü oynamıştı. Pâdişâhın, devletin en
ücrâ köşelerindeki sâdık temsilcileriydiler. Köylerin şenlenmesinde, bayındır
hâle gelmesinde her türlü yardımda bulunurlardı. Tımarlı sipâhilerin 17. asrın
son yıllarında, hele 18. asırdan îtibâren sayıları önemli ölçüde azaldı.
Kapıkulu süvârilerinin ehemmiyet kazanması ile Sultan
Abdülmecîd Han (1839-1865), 19 Ocak 1841 fermanı ile birçok tımarlı sipâhiyi
emekliye sevk etti. Fakat tımarlarını hayatlarının sonuna kadar ellerinde
bıraktı. 1844'te bir kısım tımarlı sipâhisi, atlı jandarma olarak hizmete
alındı. Zâten uzun müddetten beri ne sipâhi olarak, ne saray mensubu olarak
kimseye tımar verilmiyordu. Ölen tımarlı sipâhilerin çocukları İstanbul'a
getirilip, askerî mekteplere veriliyordu. 1850'den sonra tımar da, sipâhi de
kalmadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder